ŞİİRLER

Adı Güzel Kendi Güzel Muhammed  

Canım kurban olsun senin yoluna,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed.
Şefaat eyle bu kemter kuluna,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed.

Mumin olanların çoktur cefası,
Ahirette olur zevk ü sefası.
Onsekiz bin alemin Mustafa’sı,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed.

Yedi gökleri seyran eyleyen,
Kürsi’nin üstünde cevlan eyleyen,
Mi’racda ümmetini dileyen,
Adı güzel kendi güzel Muhammed.

Dört çaryar anun gökçek yaridur,
Anı seven günahlardan beridur.
On sekiz bin alemin sultanıdur,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed.

Aşık Yunus n’ider dünyayı sensiz,
Sen hak Peygambersin şeksiz şüphesiz.
Sana uymayanlar gider imansız,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed.






ŞAKACI ŞİİR

hadi güneşi budayalım
daha çok ışısın diye
saçlarını kınalayalım aydedenin
gençleşsin biraz

top namlusundan saksı
uçaklardan dönme dolap
tüfeklerden fasulye sırığı yapalım
işe yarasınlar

kavun karpuz yetiştirelim
çatısında evlerin
denizi sürüp darı ekelim ortasına
bu da şakası olsun şiirimizin

çöle su, tarlaya tohum gerek
yoksula aş, hastaya hekim
her köye bir okul kuralım
değişsin görünümü yeryüzünün

davranın çocuklar ha gayret
geç kalırsak bu işte
büyükler oyunu bozacak

Bilgin ADALI



UTANSIN

Tohum saç, bitmezse toprak utansın!

Hedefe varmayan mızrak utansın!



Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!

Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!



Eski çınar şimdi noel ağacı;

Dallarda iğreti yaprak utansın!



Ustada kalırsa bu öksüz yapı,

Onu sürdürmeyen çırak utansın!



Ölümden ilerde varış dediğin,

Geride ne varsa bırak utansın!





Ey binbir tanede solmayan tek renk;

Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın!


NECİP FAZIL KISAKÜREK




ÇOCUK KALBİMDEKİ KUŞ

Her kuşun bir adı var
Ve iki kanadı var
Çocuk kalbimdeki kuş
Kuş demek uçmak demek

İstiyorsan seninle
Adımı paylaşırım
Çocuk kalbimdeki kuş
Binlerce kuş taşırım

Uçmak mavi bir türkü
Kanadında gözüm var
Çocuk kalbimdeki kuş
Benim de gökyüzüm var

Yıldızımdan uzuyor
Gök ağacın dalları
Çocuk kalbimdeki kuş
Büyüle masalları

Kuşumla aramızda
Aşk ırmağı akıyor
Çocuk kalbimdeki kuş
Beyaz gül bırakıyor

Yolların bittiği gün
Anneme bir şiir sun
Çocuk kalbimdeki kuş
Benim çocukluğumsun

MUSTAFA RUHİ ŞİRİN


DAVET

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim....

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...


Nazım Hikmet RAN


SAKIN KESME

Ey hemşehri, sakın kesme! Yaş ağaca balta vuran el onmaz;
Bu kütükler 'Nice yıldır, hiç birine kervan gelmez, kuş konmaz'
Bunları kes, o baltanla çürümüş ağaçları yere ser.
Bak, sizin köy şu yemyeşil koruluğun gölgesinde ne güzel!
Gönülleri açmadadır yaprakların arasından esen yel.
Yazık, günah olmaz mı ki, çıplak kalsın bu zümrüt yurt, şirin yel.

Hem dünyada en birinci borç değil mi her kula,
Bir tohumu fidan yapmak, fidanı da bir orman?
Eğer böyle olmasaydı ne kalırdı oğula:
'Mirasımı artır' diye öğüt veren Atadan?

Sakın kesme! Her dalında bir güzel kuş ses versin.
Sakın kesme! Gölgesinde yorgun çiftçi dinlensin.
Sakın kesme! Şu verimli köye kanat, kol gersin.
Sakın kesme! Aziz vatan günden güne şenlensin.

Mehmet Emin YURDAKUL


MEMLEKET İSTERİM


Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.

CAHİT SITKI TARANCI



ANNEME VERDİĞİM SÖZ

Be güzel olacağım
Taşıyacağım hep
Akan suların güzelliğini

Ben iyi olacağım
Ellerim açılacak gece gündüz
Bir bitki iyiliğinde

Ben doğru olacağım
Gökten düşen taş gibi
Doğru

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA



BAYRAK

Ey,mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kızkardeşimin gelinliği,şehidimin son örtüsü !
Işık ışık, dalga dalga bayrağım,
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.

Sana benim gözümle bakmayanın
mezarını kazacağım.
Seni selamlamadan uçan kuşun
yuvasını bozacağım.

Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...
Gölgende bana da, bana da yer ver !
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar.
Yurda ay yıldızın ışığı yeter.

Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün.
Kızıllığında ısındık,
Dağlardan çöllere düşürdüğü gün.
Gölgene sığındık.

Ey, şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalan;
Barışın güvercini, savaşın kartalı...
Yüksek yerlerde açan çiçeğim;
Senin altında doğdum,
Senin dibinde öleceğim.

ARİF NİHAT ASYA



AĞACIM
Mahallemizde
Senden başka ağaç olsaydı
Seni bu kadar sevmezdim.
Fakat eğer sen
Bizimle beraber
Kaydırak oynamasını bilseydin
Seni daha çok severdim.

Güzel ağacım!
Sen kuruduğun zaman
Biz de inşallah
Başka mahalleye taşınmış oluruz.

ORHAN VELİ KANIK



AĞAÇ DİYOR Kİ

Ben küçücük bir ağacım
Yurdumun bir bahçesinde
Topraklar tüterken görün
Dallarım çiçeklesin de.

Her şeyimle yararlıyım
İnsanoğluna dünyada
Çiçeğim, yaprağım, gölgem
İri dallı zerdalimle.

Kuşlar mutlu şarkısını
Hep dalımda söylerler
Şen arılar vızır vızır
Kokuma koşup gelirler.

Sakın, sakın dalımızı;
Çocuklar çekip kırmayın.
Çakınızla gövdemizde
Derin yaralar açmayın.

HALİM YAĞCIOĞLU



ANNE

Ağaç olsan
Dal olurum anne
Yaprak olurum
Sana gelirim

Deniz olsan
Sel olrum anne
Irmak olurum
Sana gelirim

Bahçe olsan
Gül olurum anne
Toprak olurum
Sana gelirim

Güneş olsan
Yol olurum anne
Bayrak olurum
Sana gelirim

TACETTİN ŞİMŞEK



VAR

Ağacı kıskanırım
Yemiş yüklü dalı var;
Bahar olsun, güz olsun,
Ne güzel masalı var.



İmrenirim arıya,
Petek petek balı var;
Konduğu çiçeklerin
Pembesi var, alı var...

CAHİT SITKI TARANCI





AYDEDE-AYNENE



Aydedenin paltosunu

Kim giydirir anne

Gözlüğünü bastonunu

Kim bulup verir eline

Yıldızlar mı verir

Yıldızlar Aydedenin

Torunları mı anne



Aydedenin yemeğini

Kim pişirir anne

Kim yıkar çamaşırlarını

Aynene mi yıkar

Bulutlar su mu döker anne



Aynenenin evi nerde

Gökte mi oturur yerde mi

Niye görünmez bize

Aynene öldü mü yoksa

Göğe mi gömdüler onu

Yere mi anne

Ali YÜCE





OYUNCAKÇI AMCA


Oyuncakçı amca,

Ne çok oyuncakların var;

Top, tank, tüfek, tabanca...

Gövdem titriyor,

Onlara bakınca!


N'olursun oyuncakçı amca,

Bundan böyle bizlere,

Oyuncak tüfekler yerine,

Ak yelkenli bir gemi,

Bir de süslü bebekler getir,

Unutma emi?



Sonra oyuncakçı amca,

Senden aldığım tüfekleri,

Bozarak onlardan kuş yaptım,

Bana kızmazsın değil mi?



Abdülkadir BULUT




BİR DÜNYA BIRAKIN

Oynaya oynaya gelin çocuklar

El ele, el ele verin çocuklar.



Bir vatan bırakın biz çocuklara

Islanmış olmasın göz yaşlarıyla.



Bir bahçe bırakın biz çocuklara

Göklerde yer açın uçurtmalara.



Oynaya oynaya gelin çocuklar

El ele, el ele verin çocuklar.



Bir barış bırakın biz çocuklara

Ulaşsın şarkımız güneşe ve aya.



Oynaya oynaya gelin çocuklar

El ele, el ele verin çocuklar.



Bir dünya bırakın biz çocuklara

Yazalım üstüne sevgili dünya



Oynaya oynaya gelin çocuklar

El ele, el ele verin çocuklar.



Adnan ÇAKMAKÇIOĞLU


SERÇELER

Bir gün gelir, geçer bu geceler
Tırtıllar tırmanır yapraklara

Damla damla sızmaz dudaklara
Kalbin kaynağından bu heceler

Alnı işleyerek düşünceler
Gözyaşı döker zambaklara

Ve üşüşür olgun başaklara
Akşamın dallarından serçeler.

Ahmet Muhip DIRANAS




İLKBAHAR

Yağmur geçti kar geçti
Soğuk rüzgarlar geçti
Güneşli bahçelerden
Güzel çocuklar geçti

Meliyor kuzucuklar
Seviniyor çocuklar
Ağaçlar dallar taktı
Bin bir renkli boncuklar

Taze hayattır bahar
Ne çok ışık renk saçar
Gezdirin eğlendirin
Gürbüz olsun yavrular

Rüzgarlar ese ese
Hayat verir herkese
Civciv bile kapanmaz
İlkbaharda kümese

AKA GÜNDÜZ



ÇOCUK VE AĞAÇ
Çocuk, çok sevdi ağacı...
Verirdi ona, her kış
Çiçekleri olaydı!

Ağaç, çok sevdi çoçuğu...
Öperdi altın saçlarından
Dudakları olaydı!

Ve ona öptürmek için,
Eğilirdi yerlere kadar;
Yanakları olaydı!

Çocuk

Böyle çıtır çıtır
Çıtırdamazdı ocaklar
Sen olmasan.

Mırıl mırıl
Ninni bilmezdi dudaklar
Sen olmasan.

Neye yarardı oyuncaklar
Sen olmasan.

Ve soğurdu, yavrum, kucaklar
Sen olmasan.


ARİF NİHAT ASYA


BAYRAĞIMIN TÜRKÜSÜ

Kundak olmuş al rengin,

Ayına yıldızına,

Gökler selam duyuyor.

Nazlı rüya kızına.

Adını yazacağım.

Tarihini duya duya,

Resmini çizeceğim.

Dalgasız durgun suya.

Üstündeki ay yıldız,

Zaferlerin gök süsü,

Durmadan söylenecek,

Bayrağımın türküsü.

Mustafa Ruhi Şirin



Dökerdi önüne hepsini
Gümüşten, altından, sedeften
Oyuncakları olaydı!

Ve çoçuk gittikten sonra,
Böyle kalır mıydı ağaç?
Ne olurdu onun da
Bacakları olaydı,
Ayakları olaydı!

ARİF NİHAT ASYA






DÜNYAYI VERELİM ÇOCUKLARA

Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
dünyayı çocuklara verelim
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler.

NAZIM HİKMET RAN



 KIŞ

Fırtına bir hallaç gibi,
Gökte bulutları atar.
Gittikçe bastırır tipi,
Dünya kar içinde yatar.

Uzak bir hayal olur yaz,
Rüzgar acı acı eser,
Bir ustura gibi ayaz,
Dokunduğu yeri keser.

Bahçeler bir kar kuyusu,
Ağaçlar bir gümüş şamdan.
Dere akmaz, buz tutar su,
Sesler kesilir akşamdan.

Bacalar tüten evlerde,
Gönül ilkbaharı özler,
Rüya görür alevlerde,
Sobalara dalan gözler.

YUSUF ZİYA ORTAÇ



İLKBAHAR

Bir senede dört mevsim var
Birbirini kovalar.

İlkbahar, yaz, sonbahar, kış
Çiçekli, karlı bir akış.

İlkbaharda canlanır yer
Kırlar hep yeşiller giyer.

Döner geline her ağaç
Süslü bir etektir yamaç.

Dere akar çağıl çağıl
Kuzularla dolar ağıl.

Şimdi bakarsın gök nurlu
Şimdi bakarsın yağmurlu.

Güneş bir doğar bir kaçar
Hava bir kapar bir açar…

YUSUF ZİYA ORTAÇ


KEDİM
Kedim henüz bir yaşında,
Uyuyor soba başında.
Hem cesurdur, hem de kurnaz,
Bir tıkırtı duyar duymaz,
Uyanır aslan kesilir,
Gözleri volkan kesilir.
O geldiği günden beri,
Bizim evin fareleri,
Damdan, tavandan indiler,
Birer deliğe sindiler.
Koşup yakalıyor hemen,
Yuvasından, deliğinden
Çıkanları diri diri.
Artık bunlardan hiç biri,
Dolaplarıma girmiyor,
Kitapları kemirmiyor.

Orhan Seyfi ORHON



YURT TÜRKÜSÜ
Güzel yurdum, dağlarını
Uzaktan göresim gelir.
Keskin esen yellerine
Kendimi veresim gelir.



Gözümde tüter damların,
Sakız kokulu çamların,
Türkü söyler akşamların,
Bana kendi sesim gelir.



Su içtim kaynaklarından,
Gölgelerinde uyudum.
Kuşlarının söylediği,
Şen türkülerle büyüdüm.



Ninniyle salladın beni,
Şefkatle kolladın beni.
Sevginle bağladın beni.
Güzel yurdum, güzel yurdum.

Vasfi Mahir KOCATÜRK



SAKARYA TÜRKÜSÜ
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..

Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!



Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kaf dağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, saf çocuğu, masum Anadolu’nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..

NECİP FAZIL KISAKÜREK



KİTAP SEVGİSİ
Benim ufak bir odam var,

Dinleniyor orda başım.

İçindeki şu kitaplar,

En sevgili arkadaşım.

Beni, bana veren odur,

Gerçek yolum ondan başlar;

Bin bir çiçek veren odur,

Onunla dost, büyük başlar.

Kitap ruhun kaynağıdır,

Bu kaynaktan iç arkadaş;

Kitap ilmin uğrağıdır,

Ektiğini biç arkadaş.

Uzun sözün kısası bu,

Öğütlerim değil kuru,

Boş değirmen, kitapsız ev,

Kitabı sev, kitabı sev!...

RIFAT NECDET EVRİMER



BU VATAN KİMİN?
Bu vatan, toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır;
Bir tarih boyunca, onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir...

Tutuşup: kül olan ocaklarından,
Şahlanıp: köpüren ırmaklarından,
Hudutlarda gaza bayraklarından,
Alnına ışıklar vuranlarındır...

Ardına bakmadan yollara düşen,
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan,
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır...

İleri atılıp sellercesine,
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara toprağa girenlerindir...

Tarihin dilinden düşmez bu destan:
Nehirler gazidir, dağlar kahraman,
Her taşı bir yakut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir...

Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil,
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil,
Topun namlısında görenlerindir...

ORHAN ŞAİK GÖKYAY







BALIKLAR

Şaşıyorum şu küçük balıklara:
Nasıl yaşıyorlar denizde
Böyle ömürlerinin sonuna kadar?
Hiç merak etmiyorlar mı yeryüzünü,
Doğan ayı, batan günü?
Sudan başka yer bilmiyorlar,
Ne mevsimlerin değiştiğinden,
Ne günlerin geçtiğinden haberleri var.
Kıskanıyorum şu ufacık balıkları :
Neden bizden iyi yüzüyorlar?
Onların bizim gibi
Ne eli, ne ayağı var!..

ŞÜKRÜ ENİS REGÜ



O L S A M
Bir ağaç olsam,
en yüksek dalıma bir kuş konsa.
O kuş olsam,
uçsam, incecik mavi bir bulutla.
O bulut olsam,
yüksek, karlı bir dağa sarılıp dursam.
O yüksek karlı dağ olsam,
serin sular toplasam bir ırmakta.
O ırmak olsam,
bin bir çiçekli kırlara dağılsam.
Bir gelincik olsam,
Bir kelebek olsam,
Bir çocuk olsam o kelebeğin ardında,
koşsam, yorulsam,
bir ağaç altında yatıp uyusam.
O ağaç olsam,
en yüksek dalıma bir kuş konsa..
AYLA ÇINAROĞLU





SELAM VER



yola çıkınca her sabah,
bulutlara selam ver.
taşlara, kuşlara,
atlara, otlara,
insanlara selam ver.
ne görürsen selam ver.
sonra çıkarıp cebinden aynanı,
bir selamda kendine ver.
hatırın kalmasınel gün yanında.
bu dünyada sen de varsın!
üleştir dostluğunu varlığa,
bir kısmı seni de sarsın...

Üstün Dökmen



Güzel Bulut
Tut beni kollarımdan kaldır
Sırtına oturt.
Unut yağmur olmayı bir süre
Böyle bembeyaz hafif
Ve yükseklerde
Böyle düşlerde yüzer gibi
Işıklı masmavi göklerde
Gidelim görmediğim, bilmediğim yerlere.
Göster bana, anlat bir bir
"Şu nehir, şu dağdan gelir,
Şurası şu ülkedir.

İnsanlara bak işte şu evlerde yaşar,
Şöyle konuşur, şöyle eğlenir."
Ve bilmek isterim doğrusu
Çocuklar hangi oyunları oynar,
Kediler nasıl miyavlar oralarda
Hangi türküler söylenir?
Ama bak
Biz tam böyle gezerken
Yoruluverirsen
Bir damlacığını bırakır gibi
Bırakıvermek yok
Beni evime geri getir.

AYLA ÇINAROĞLU





ZERDALİ AĞACI

Havalar güzel gidiyor
Sen de çiçek açtın erkenden
Küçük zerdali ağacım
Aklın ermeden

Bak kurt gibi kalın yapılı
Görmüş geçirmiş ağaçlara
Küçük zerdali ağacım
Pişman olursun sonra

Şimdi okşar gibi hafif hafif
Bir gün yerden yere çalar rüzgar
Küçük zerdali ağacım
Bakma güzel gitsin havalar

Sallansın dalların çocuklar gibi
Bakma güneş ısıtsın varsın
Küçük zerdali ağacım
Sonra donarsın

Zemheride bahar mı olur
Akşamları seyret anlarsın
Sakın erkenden çiçek açma
Küçük zerdali ağacım

CAHİT KÜLEBİ



ANA ÖĞÜDÜ

Çiçekleri ezme yavrum
Çiçekler bir yüreğe benzer
Çiçek ezen, insan ezer.

Sakın sen kuş vurma yavrum
En engin bir kardeşlikte
Uçar kuşlar gökyüzünde.

Tüfekle oynama yavrum
Şakacığı bile çirkin
Bir canlıyı öldürmenin.

Gel bir çiçek ol sen yavrum
Kendi ülkenin renginde
Şu yeryüzü demetinde.

Tahsin Saraç



EN İYİSİ OL
Dağ tepesinde bir çam olamazsan
Vadide bir çalı ol.
Fakat oradaki en iyi küçük çalı sen olmalısın.

Çalı olamazsan bir ot parçası ol bir yola neşe ver.
Bir misk çiçeği olmazsan bir saz ol.
Fakat gölün içindeki en canlı saz sen olmalısın.

Hepimiz kaptan olamayız tayfa olmaya mecburuz.
Dünyada hepimiz için bir şey var.
Yapılacak büyük işler küçük işler var.
Yapacağınız iş size en yakın olan iştir.

Cadde olamazsan patika ol.
Güneş olamazsan yıldız ol.
Kazanmak yahut kaybetmek ölçü ile değildir.
Sen her neysen onun en iyisi olmalısın.

DOUGLAS MALLOCH



ALA GEYİK

Çocuktum, ufacıktım,
Top oynadım,acıktım.

Buldum yerde bir erik,
Kaptı bir Ala Geyik.

Geyik kaçtı ormana,
Bindim bir ak doğana.

Doğan, yolu şaşırdı,
Kaf Dağından aşırdı.

Attı beni bir göle;
Gölden çıktım bir çöle,

Çölde buldum izini,
Koştum, tuttum dizini.

Geyik beni görünce,
Düştü büyük sevince.

Verdi bana bir elma,
Dedi, dinlenme, durma.

Dağdan yürü, kırdan git,
Altın Köşke çabuk yet.

Seni bekler ezeli,
Orda dünya güzeli.

Bin yıllık çile doldu!
Bunu dedi, kayboldu.

Yedim sırlı elmayı,
Gördüm gizli dünyayı.

Gündüz oldu, geceler;
Ak sakallı cüceler,

Korkunç devler hortladı,
Cinler, cirit oynadı.

Kesik başlar yürürdü,
Saçlarını sürürdü.

Bir de baktım, melekler,
Başlarında çiçekler.

Devlere el bağlıyor,
Gizli gizli ağlıyor.

Kılıcımı çıkardım,
Perileri kurtardım.

Kurtardığım periler,
Adım adım geriler,

Kanadını açardı,
Selam verir, kaçardı.

Az, uz gittim, dolaştım,
Altın Köşke ulaştım.

Bir kapısı açıktı,
Öteki kapanıktı.

Kapalıyı açarak,
Açığa vurdum kapak.

At önünde et vardı,
İt, ot yemez ağlardı;

Otu ata yedirdim,
Eti ite yedirdim.

Açtım bir elmas oda;
Dev şahı uykuda

Gördüm, kestim başını,
Dedim, Ey dev nerede?

Nerede Dünya Güzeli?
Dedi, Elinde eli!

Döndüm, baktım. Bir Kırgız
Elbiseli güzel kız.

Durmuş, bakar yanımda,
Şimşek çaktı canımda.

Güldü, dedi, Türk Beyi!
Tanıdın mı geyiği?

Kimse, beni bu devden
Alamazdı. Ancak sen,

Kaya deldin, dağ yardın,
Geldin, beni kurtardın.

Ah o imiş anladım,
Sevincimden ağladım,

Dedim, Turan Meleği!
Türkün yüce dileği!

Yüz milyon Türk bu anda
Seni bekler Turanda.

Haydi, çabuk varalım,
Karanlığı yaralım;

Sönük ocak canlansın,
Yoksul ülke şanlansın

İndik, iti okşadık,
At sırtına atladık.

Geçtik nice dağ, kaya,
Geldik Demirkapıya.

Kapanması, çok yıldı,
Açıl! dedim, açıldı.

Yol verince gizli yurt,
Aldı bizi Bozkurt,

Kaf Dağından geçirdi,
Türk Eline getirdi.

ZİYA GÖKALP





MUSTAFA KEMAL'İN KAĞNISI

Yediyordu Elif kağnısını,
Kara geceden geceden.
Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu,
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar,
İnliyordu dağın ardı, yasla,
Her bir heceden heceden.


Mustafa Kemal'in kağnısı derdi, kağnısına
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı.
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik,
Nam salmıştı asker içinde.
Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü,
Doğrulmuştu yola önceden önceden.

Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif,
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar,
Kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı,
Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanı sıra,
Gecenin ulu ağırlığına karşı,
Hafifletir, inceden inceden.

İriydi Elif, kuvvetliydi kağnı başında
Elma elmaydı yanakları üzüm üzümdü gözleri,
Kınalı ellerinden rüzgâr geçerdi, daim;
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına.
Alını yeşilini kapmıştı, geçirmişti,
Niceden, niceden.

Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu,
Nazar mı değdi göklerden, ne?
Dah etti, yok. Dahha dedi, gitmez,
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacır gucur
Nasıl dururdu Mustafa Kemal'in kağnısı.
Kahroldu Elifçik, düşünceden düşünceden
Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,
Vur beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer götürür ana, çocuk, mermisini askerciğin,
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım.
Bak hele üzerinden ses seda uzaklaşır,
Düşerim gerilere, iyceden iyceden.


Kocabaş yığıldı çamura,
Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar,
Örtüldü gözleri örtüldü hep.
Kalır mı Mustafa Kemal'in kağnısı, bacım,
Kocabaşın yerine koştu kendini Elifçik,
Yürüdü düşman üstüne, yüceden yüceden.

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA



HİKAYE

Senin dudakların pembe

Ellerin beyaz,

Al tut ellerimi bebek

Tut biraz!

Benim doğduğum köylerde

Ceviz ağaçları yoktu,

Ben bu yüzden serinliğe hasretim

Okşa biraz!

Benim doğduğum köylerde

Buğday tarlaları yoktu,

Dağıt saçlarını bebek

Savur biraz!

Benim doğduğum köyleri

Akşamları eşkıyalar basardı.

Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem

Konuş biraz!

Benim doğduğum köylerde

Kuzey rüzgârları eserdi,

Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır

Öp biraz!

Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!

Benim doğduğum köyler de güzeldi,

Sen de anlat doğduğun yerleri,

Anlat biraz!

CAHİT KÜLEBİ







AKINCILAR


Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!

Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle!
Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle...

Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan.
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan.

Bir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla...

Cennette bugün gülleri açmış görürüz de
Hâlâ o kızıl hatıra titrer gözümüzde!

Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!

YAHYA KEMAL BEYATLI





BAYRAK


Bugün genç, ihtiyar, kadın, kız, kızan,
Uzanıp yatsak da çardak altında,
Boruyu çalınca yarın borazan,
Hemen toplanırız bayrak altında.



Bizi hiç tasalı görmez bu yerler,
Yiğitler ölürken bile gülerler.
Yeter ki yaşayan er oğlu erler,
Bizi çiğnetmesin ayak altında.

Kalbimiz çırpınır yurdu andıkça,
Gözlerde zaferin nuru yandıkça,
Üstünde bu bayrak dalgalandıkça,
Gönlümüz rahattır toprak altında.

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL





BEN HEP SENİ DÜŞÜNÜRÜM


Aşktan yana söz duyunca,
Ben hep seni düşünürüm.
Uçsuz hayaller boyunca,
Ben hep seni düşünürüm.

Yıldızlar kayar yüceden,
Renkler sıyrılır geceden.
Yüreğim sızlar inceden,
Ben hep seni düşünürüm.

Aklın ucu değer hiçe,
Yol ararım içten içe.
Kainat uyur sessizce,
Ben hep seni düşünürüm.

Korkunun bittiği yerde,
Haz duyarım ince ince.
Bir mezar görsem bir yerde,
Ben hep seni düşünürüm.

Zaman hep sonsuza akar;
Meyve dökülür, dal kalkar.
Çiçeklere bakar bakar,
Ben hep seni düşünürüm.

Rüzgar eser ilden ile,
Sağlıkta bitmez bu çile.
'Var'dan öte, 'Yok'ta bile,
Ben hep seni düşünürüm.

ABDURRAHİM KARAKOÇ





BİR BAYRAK RÜZGAR BEKLİYOR







Şehitler tepesi boş değil,
Biri var bekliyor.
Ve bir göğüs, nefes almak için;
Rüzgar bekliyor.
Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye;
Yattığı toprak belli,
Tuttuğu bayrak belli,
Kim demiş meçhul asker diye?

Destanını yapmış, kasideye kanmış.
Bir el ki; ahretten uzanmış,
Edeple gelip birer birer öpsün diye fâniler!
Öpelim temizse dudaklarımız,
Fakat basmasın toprağa temiz değilse ayaklarımız.
Rüzgarını kesmesin gövdeler
Sesinden yüksek çıkmasın nutuklar, kasîdeler.

Geri gitsin alkışlar geri,
Geri gitsin ellerin yapma çiçekleri!
Ona oğullardan, analardan dilekler yeter,
Yazın sarı, kışın beyaz çiçekler yeter!
Söyledi söyleyenler demin,
Gel süngülü yiğit alkışlasınlar
Şimdi sen söyle, söz senin.

Şehitler tepesi boş değil,
Toprağını kahramanlar bekliyor!
Ve bir bayrak dalgalanmak için;
Rüzgar bekliyor!
Destanı öksüz, sükûtu derin meçhul askerin;
Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye
Yattığı toprak belli,
Tuttuğu bayrak belli,
Kim demiş meçhul asker diye?

ARİF NİHAT ASYA





BİR YOLCUYA





BİR YOLCUYA





DUR YOLCU! BILMEDEN GELIP BASTIĞIN,
BU TOPRAK, BIR DEVRIN BATTIĞI YERDIR.
EĞIL DE KULAK VER, BU SESSIZ YIĞIN,
BIR VATAN KALBININ ATTIĞI YERDIR.





BU ISSIZ, GÖLGESIZ YOLUN SONUNDA,
GÖRDÜĞÜM BU TÜMSEK, ANADOLU'NDA,
İSTIKLAL UĞRUNDA, NAMUS YOLUNDA,
CAN VEREN MEHMED'IN YATTIĞI YERDIR.





BU TÜMSEK, KOPARKEN BÜYÜK ZELZELE,
SON VATAN PARÇASI GEÇERKEN ELE,
MEHMED'IN DÜŞMANI BOĞDUĞU SELE,
MÜBAREK KANINI KATTIĞI YERDIR.





DÜŞÜN KI, HASROLAN KAN, KEMIK, ETIN
YAPTIĞI BU TÜMSEK, AMANSIZ, ÇETIN,
BIR HARBIN SONUNDA, BÜTÜN MILLETIN,
HÜRRIYET ZEVKINI TATTIĞI YERDIR.





NECMETTIN HALIL ONAN





CANIM İSTANBUL



Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.

İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...

Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...

O manayı bul da bul!
İlle İstanbul'da bul!
İstanbul,
İstanbul...

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir "Katibim"i...

Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul...

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıkoy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...

Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul...



NECİP FAZIL KISAKÜREK





ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE



Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,

- Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,

Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı”

Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!


Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.

Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Osrtralya’yla beraber bakıyorsun ; Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.
Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.

Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...
Hani tauna da zuldür bu rezil istila...

Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,

Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı ! hayasızcasına,

Maske yırtılmasa hala bize affetti o yüz...
Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.

Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.

Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman o orduyu seyret ki, bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?

Hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına ram?
Çünkü te’sis-i ilahi o metin istihkam.

Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;

Bu göğüslerse Huda’nın edebi serhaddi;
“O benim sun’-i bediim, onu çiğnetme” dedi.

Asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.

Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.

Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i...
Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...
Seni ancak ebediyetler eder istiab.

“Bu, taşındır” diyerek Ka’be’yi diksem başına;
Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan oradan;

Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,

Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin’i,

Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;

Sen ki, a’sara gömülsen taşacaksın... Heyhat,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.


MEHMED AKİF ERSOY







DOSTLUK



Biz haber etmeden haberimizi alırsın,
yedi yıllık yoldan kuş kanadıyla gelirsin.

Gözümüzün dilinden anlar,
elimizin sırrını bilirsin.

Namuslu bir kitap gibi güler,
alnımızın terini silersin.

O gider, bu gider, şu gider,
dostluk, sen yanı başımızda kalırsın.

NAZIM HİKMET RAN











FETİH MARŞI


Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek;
Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek

Yürü, hala ne diye oyunda oynaştasın?
Fatih’in İstanbul'u fethettiği yaştasın.!

Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden...
Senin de destanını okuyalım ezberden...
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden...

Elde sensin, dilde sen, gönüldesin baştasın...
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.!

Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fendini...
Göster: Kabaran sular nasıl yıkar bendini ?
Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini

Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Fatih’in İstanbulu fethettiği yaştasın.!

Bu kitaplar Fatihtir, Selimdir, Süleymandır.
Şu mihrap Sinanüddin, şu minare Sinandır.
Haydi artık uyuyan destanını uyandır.!

Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın
Kızım, sen de Fatihler doğuracak yaştasın.!

Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
Yürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan !
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan ....

Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasin;
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.!

Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın...

Yürü, hala ne diye kendinle savaştasın ?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.!

ARİF NİHAT ASYA







İMPARATORLUĞA MERSİYE


Bin yıl oldu toprağına basalı
Hayli oldu kılıçları asalı,
Bülbüllerin onun için tasalı,

Sazlar kırık, ayar tutmaz telleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?..

Yol görünür,hakan emir verirdi,
Dalga dalga ordularım yürürdü,
Hamlemizden dağlar taşlar erirdi,

Dolu dizgin aştık nice belleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?..

Yıldız doğar,talihimiz belirir,
Sabah olur,ulufeler verilir,
Bir seferde dört krallık serilir,

Al al ettik,kara kara tülleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?..

Ferman çıkar,dal kılıçlar takınır,
Meydanlarda Rabbe dua okunur,
Gölgemizden bütün cihan sakınır,

Andırırdık coşkun akan selleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?..

Kosovalar,Plevneler bizsizdir,
Yosun tutmuş camilerim ıssızdır,
Boynu bükük minareler öksüzdür,

Açmaz olmuş Kızanlığın gülleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?..

Hali görür, geleceği sezerdik,
Bir zamanlar ta Vistül’de gezerdik.
Haritayı biz kendimiz çizerdik,

Fetheyledik deryaları,çölleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?..

Rodopların akbaşları yaslıdır,
Serdengeçti gönül, artık usludur,
Rüzgârları bile matem seslidir,

Zafer, zafer der, eserdi yelleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?

OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ

MOHAÇ TÜRKÜSÜ


Bizdik o hücûmun bütün aşkiyla kanatli;
Bizdik o sabah ilk atilan safta yüz atli.

Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle,
Canlandi o meşhûr ova at kişnemesiyle!

Fethin daha bir ülkeyi parlattigi gündü;
Biz ugruna can verdigimiz yerde göründü.

Gül yüzlü bir afetti ki her pûsesi lâle;
Girdik zaferin koynuna, kandık o visâle

Dünyâya vedâ ettik, atıldık dolu dizgin;
En son koşumuzdur bu! Asırlarca bilinsin!

Bir bir açılırken göğe, son def'a yarıştık;
Allaha giden yolda meleklerle karıştık.

Geçtik hepimiz dört nala, cennet kapısından;
Gördük ebedî cedleri, bir anda yakından!

Bir bahçedeyiz şimdi şehidlerle berâber;
Bizler gibi olmuş o yiğitlerle berâber.

Lâkin kalacak doğduğumuz toprağa bizden;
Şimşek gibi bir hâtıra nal seslerimizden.

YAHYA KEMAL BEYATLI





SESSİZ GEMİ


Artık demir alma günü gelmişse zamandan,
Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyâhatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,
Bîçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayâtın ne de son mâtemidir bu!

Dünyâda sevilmiş ve seven nâfile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmiyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.

YAHYA KEMAL BEYATLI

ZULMÜ ALKIŞLAYAMAM


Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım!..
- Boğamazsın ki!
- Hiç olmazsa yanımdan koğarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
İrticâın şu sizin lehçede ma'nâsı bu mu?

MEHMED AKİF ERSOY



DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ

"Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini

buraya getirin!"
Köy öğretmeni Şefik Sınığ'ın son sözleri.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Bütün çiçeklerini getirin buraya,
Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
Bütün köy çocuklarını getirin buraya,
Son bir ders vereceğim onlara,
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getirin, getirin...ve sonra öleceğim.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum,
Kaderleri bana benzeyen,
Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları
Geniş ovalarda kaybolur kokuları...
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri
Hepinizi, hepinizi istiyorum, gelin görün beni,
Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini
Bacımın suladığı fesleğenleri,
Köy çiçeklerinin hepsini, hepsini,
Avluların pembe entarili hatmisini,
Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın,
Aman Isparta güllerini de unutmayın
Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum.
Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,
Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden,
Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,
Ne güller fışkırır çilelerimden,
Kandır, hayattır, emektir benim güllerim,
Korkmadım, korkmuyorum ölümden,
Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Baharda Polatlı kırlarında açan,
Güz geldi mi Kopdağına göçen,
Yörükler yaylasında Toroslarda eğleşen,
Muş ovasından, Ağrı eteğinden,
Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden
Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni,
Eğin türkülerinin içine gömün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
En güzellerini saymadım çiçeklerin,
Çocukları, öğrencileri istiyorum.




Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini,
Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,




O bakımsız, ama kokusu eşsiz çiçek.
Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek,
Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben mezarsız yaşamayı diliyorum,
Ölmemek istiyorum, yaşamak istiyorum,
Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın,
Tarumar olmasın istiyorum, perişan olmasın,
Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım,
Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim,
Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Okulun duvarı çöktü altında kaldım,
Ama ben dünya üstündeyim, toprakta,
Yaz kış bir şey söyleyen toprakta,
Çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım,
Yurdumun çiçeklenmesi için daima yaşadım,
Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.
Şimdi sustum, örtün beni, yatırın buraya,
Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.

Ceyhun Atıf KANSU





ANLATAMIYORUM



(moro romantico)



Ağlasam sesimi duyar mısınız,

Mısralarımda;

Dokunabilir misiniz,

Gözyaşlarıma,ellerinizle?



Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,

Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu

Bu derde düşmeden önce.



Bir yer var,biliyorum;

Her şeyi söylemek mümkün;

Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;

Anlatamıyorum.



Orhan Veli KANIK





BİR YOLCUYA

NECMETTİN HALİL ONAN




Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın

Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.

Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın

Bir vatan kalbinin attığı yerdir.



Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda

Gördüğün bir tümsek, Anadolu'nda,

İstiklâl uğrunda, namus yolunda

Can veren Mehmed'in yattığı yerdir.



Bu tümsek, koparken büyük zelzele,

Son vatan parçası geçerken ele,

Mehmed'in düşmanı boğduğu sele

Mübarek kanını kattığı yerdir.



Düşün ki, haşr olan kan, kemik, etin

Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin

Bir harbin sonunda bütün milletin

Hürriyet zevkini tattığı yerdir








MENİM ANAM

BAHTİYAR VAHAPZADE



Savadsızdır

Adını da yaza bilmir

Menim anam...

Ancak mene

Say öğredib

Ay öğredib

İl öğredib

En vacibi dil öğredib

Menim anam.

Bu dil ile tanımışam

Hem sevinci

Hem de gamı

Bu dil yaratmışam

Her şiirimi

Her nağmemi,

Yoh men heçem

Men yalanam

Kitap kitap sözlerimin

Müellifi menim anam







DÜNYAYI VERELİM ÇOCUKLARA

NAZIM HİKMET



Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne

allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar

oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında

dünyayı çocuklara verelim

kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi

hiç değilse bir günlüğüne doysunlar

dünyayı çocuklara verelim

bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı

çocuklar dünyayı alacak elimizden

ölümsüz ağaçlar dikecekler








HAYATTA BEN EN ÇOK BABAMI SEVDİM

CAN YÜCEL



Hayatta ben en çok babamı sevdim

Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk

Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-

Nasıl koşarsa ardından bir devin

O çapkın babamı ben öyle sevdim

Bilmezdi ki oturduğumuz semti

Geldi mi de gidici-hep, hep acele işi! -

Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi

Atlastan bakardım nereye gitti

Öyle öyle ezberledim gurbeti

Sevinçten uçardım hasta oldum mu

40'ı geçerse ateş, çağrırlar İstanbul'a

Bir helalleşmek ister elbet, diğ'mi, oğluyla!

Tifoyken başardım bu aşk oyununu

Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu

En son teftişine çıkana değin

Koştururken ardından o uçmaktaki devin

Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için

Açıldı nefesim, fikrim, canevim

Hayatta ben en çok babamı sevdim.





DENİZ HASRETİ

ÖMER BEDRETTİN UŞAKLI



Gözümde bir damla su deniz olup taşıyor

Çöllerde kalmış gibi yanıyor, yanıyorum

Bütün gemicilerin ruhu bende yaşıyor

Başımdaki gökleri bir deniz sanıyorum

Nasıl yaşayacağım ey deniz senden uzak

Yanıp sönüyor gözlerimde fenerin

Uyuyor mu limanda her gece sallanarak

Altından çivilerle çakılmış gemilerin?

Sevmiyorum suyunda yıkanmamış rüzgarı

Dalgaların gözümde tütüyor mavi, yeşil...

İçimi güldürmüyor sensiz ay ışıkları

Ufkunda yükselmeyen güneşler güneş değil

Bir gün nehirler gibi çağlayarak derinden

Dağlardan, ormanlardan sana akacak mıyım?

Ey deniz, şöyle bir gün sana bakacak mıyım

Elma bahçelerinden, fındık bahçelerinden?








TÜRKÜLER DOLUSU

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU



Kirazın derisinin altında kiraz

Narın içinde nar

Benim yüreğimde boylu boyunca

Memleketim var

Canıma ciğerime dek işlemiş

Canıma ciğerime

Sapına kadar.

Elma dalından uzağa düşmez

Ne yana gitsem nafile.

Memleketin hali gözümden gitmez

Binbir yerimden bağlanmışım

Bundan ötesine aklım ermez.



Yerliyim yerli olmasına

ilmik ilmik, damar damar

Yerliyim.

Bir dilim Trabzon peyniri

Bir avuç tiftik

Bir çimdik çavdar

Bir tutam şile bezi gibi

Dişimden tırnağıma kadar

Ressamım.

Yurdumun taşından toprağından şurup gelir nakışlarım

Taşıma toprağıma toz konduranın

Alnını karışlarım

Şairim şair olmasına

Canım kurban şiirin gerçeğine hasına

içerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum

Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter

Eğri büğrü , kör topal kabulum

Şairim

Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası

Ayak seslerinden tanırım

Ne zaman bir köy türküsü duysam

Şairliğimden utanırım

Şairim

Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum

Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim

Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm



Hey hey, yine de hey hey

Salınsın türküler bir uçtan bir uca

Evelallah hepsinde varım

Onlar kadar sahici

Onlar kadar gerçek

insancasına, erkekçesine

'Bana bir bardak su' dercesine

Bir türkü söylemeden gidersem yanarım.



Ah bu türküler

Türkülerimiz

Ana sütü gibi candan

Ana sütü gibi temiz

Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla

Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.

Ah bu türküler,

Köy türküleri

Dilimizin tuzu biberi

Memleket ahvalini onlardan sor

Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i

Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni...

Ben türkülerden aldım haberi.



Ah bu türküler, köy türküleri

Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak

Hilesiz hurdasız, çırılçıplak

Dişisi dişi, erkeği erkek

Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara

Bıçağı bıçak .

Ah bu türküler köy türküleri

Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi

Kiminin reyhasından geçilmez

Kimi zehir, kimi zemberek gibi.



Ah bu türküler, köy türküleri

Olgun bir karpuz gibi yarırılır içim

Kan damlar ucundan, murekkep değil

işte söz, işte ses, işte biçim:

'Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar'

iliklerine kadar işlemiş sızı

Artık iflah olmaz kavak ağacı

Bu türkünün yüreğinde sancı var.



Ah bu türküler, köy türküleri

Ne düzeni belli, ne yazanı

Altlarında imza yok ama

içlerinde yürek var

Cennet misali sevişen

Cehennemler gibi dövüşen

Bir çocuk gibi gülüp

Mağaralar gibi inleyen

Nasıl unutur nasıl

Ömrunde bir kez olsun

Halk türküsü dinleyen...









ADI GÜZEL, KENDİ GÜZEL MUHAMMED

YUNUS EMRE




Canım kurban olsun senin yoluna,

Adı güzel, kendi güzel Muhammed,

Şefâat eyle bu kemter kuluna,

Adı güzel, kendi güzel Muhammed

Mü'min olanların çoktur cefâsı,

Ahirette olur zevk-u sefâsı,

On sekiz bin âlemin Mustafâ'sı,

Adı güzel, kendi güzel Muhammed

Yedi kat gökleri seyrân eyleyen,

Kûrsûnün üstünde cevlân eyleyen.

Mi'râcda ümmetin Hak’dan dileyen,

Adı güzel, kendi güzel Muhammed

Ol çâriyâr anın gökler yâridir,

Anı seven günahlardan beridir,

On sekiz bin âlemin serveridir,

Adı güzel, kendi güzel Muhammed

Aşık Yunus neyler iki cihânı sensiz,

Sen Hak Peygambersin şeksiz, gümânsız

Sana uymayanlar gider imânsız,

Adı güzel, kendi güzel Muhammed.









İMPAROTORLUĞA MERSİYE

OSMAN YÜKSEL SERDENEÇTİ



Bin yıl oldu toprağına basalı

Hayli oldu kılıçları asalı,

Bülbüllerin onun için tasalı,



Sazlar kırık, ayar tutmaz telleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?..



Yol görünür,hakan emir verirdi,

Dalga dalga ordularım yürürdü,

Hamlemizden dağlar taşlar erirdi,



Dolu dizgin aştık nice belleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?..



Yıldız doğar,talihimiz belirir,

Sabah olur,ulufeler verilir,

Bir seferde dört krallık serilir,



Al al ettik,kara kara tülleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?..



Ferman çıkar,dal kılıçlar takınır,

Meydanlarda Rabbe dua okunur,

Gölgemizden bütün cihan sakınır,



Andırırdık coşkun akan selleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?..



Kosovalar,Plevneler bizsizdir,

Yosun tutmuş camilerim ıssızdır,

Boynu bükük minareler öksüzdür,



Açmaz olmuş Kızanlığın gülleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?..



Hali görür, geleceği sezerdik,

Bir zamanlar ta Vistül’de gezerdik.

Haritayı biz kendimiz çizerdik,



Fetheyledik deryaları,çölleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?..



Rodopların akbaşları yaslıdır,

Serdengeçti gönül, artık usludur,

Rüzgârları bile matem seslidir,



Zafer, zafer der, eserdi yelleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?









SAKARYA TÜRKÜSÜ

NECİP FAZIL KISAKÜREK



İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;

Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;

Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir

Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir.

Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;

Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,

Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.

Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,

Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.

Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?

Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük!..



Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!

Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?



İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;

Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal.

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;

Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan;

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu an;

Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;

Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;

Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

Mermerlerin nabzında halâ çarpar mı tekbir?

Bulur mu deli rüzgar o sedayı: Allah bir!

Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;

Sakarya, kandillere katran döktü geceler.



Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,

Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!



İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;

Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;

Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!

Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

Sakarya, saf çocuğu, masum Anadolu'nun,

Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;

Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!

Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;

Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;

Sen kıvrıl, ben gideyim, son Peygamber kılavuz!



Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;

Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!





CENK MARŞI

MEHMET AKİF ERSOY



Ey sürüden arkaya kalmış yiğit

Arkadaşın gitti haydi sen de git

Bak ne diyor ceddi şehidin işit

Haydi git evladım uğurlar ola

Haydi git evladım açıktır yolun

Zalimlere karşı bükülmez kolun

Bayrağı çek ön safa geçmiş bulun

Uğurun açık olsun uğurlar ola.



Eşele bir yerleri örten karı

Ot değil onlar dedenin saçları

Dinle şehit sesleridir rüzgarı

Haydi git evladım uğurlar ola

Haydi git evladım açıktır yolun

Zalimlere karşı bükülmez kolun

Bayrağı çek on safa geçmiş bulun

Uğurun açık olsun uğurlar ola

Haydi levent asker uğurlar ola



Yerleri yırtan sel olup taşmalı

Dağ demeyip taş demeyip aşmalı

Sende ki coşkunluğa er şaşmalı

Kahraman askerim uğurlar ola

Haydi git evladım açıktır yolun

Zalimlere karşı bükülmez kolun

Bayrağı çek ön safa geçmiş bulun

Haydi levent asker uğurlar ola

Haydi git evladım uğurlar ola.





















HİKAYE

CAHİT KÜLEBİ



Senin dudakların pembe

Ellerin beyaz,

Al tut ellerimi bebek

Tut biraz!

Benim doğduğum köylerde

Ceviz ağaçları yoktu,

Ben bu yüzden serinliğe hasretim

Okşa biraz!

Benim doğduğum köylerde

Buğday tarlaları yoktu,

Dağıt saçlarını bebek

Savur biraz!

Benim doğduğum köyleri

Akşamları eşkıyalar basardı.

Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem

Konuş biraz!

Benim doğduğum köylerde

Kuzey rüzgârları eserdi,

Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır

Öp biraz!

Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!

Benim doğduğum köyler de güzeldi,

Sen de anlat doğduğun yerleri,

Anlat biraz!





























IŞIK DALI

İLHAN GEÇER





Ellerin vardır öğretmenim

Memleketin alın yazısını yazar

Dağıtır kopkoyu karanlıkları

Ellerin yüreklerimizde bahar



Gözlerin vardır öğretmenim

İleri ve aydın ufuklara bakan gözlerin

Boğar ışığında yobazlıkları

Mutlu yarınlar muştular

Sıcak ve derin



Yüreğin vardır öğretmenim

İçinde ne kötülük, ne karanlık, ne de kin

Sevgiyle, iyilikle, bilimle dolu

Hep vatan için çarpan yüreğin.













































DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ

CEYHUN ATUF KANSU





"Bana çiçek getirin, dünyanın bütün

çiçeklerini buraya getirin!"

Köy öğretmeni Şefik Sınığ'ın son sözleri.



Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum

Bütün çiçekleri getirin buraya,

Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,

Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer

Bütün köy çocuklarını getirin buraya,

Son bir ders vereceğim onlara,

Son şarkımı söyleyeceğim,

Getirin getirin...ve sonra öleceğim.



Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum,

Kaderleri bana benzeyen,

Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları,

Geniş ovalarda kaybolur kokuları...

Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri,

Hepinizi hepinizi istiyorum, gelin görün beni,

Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.



Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini

Bacımın suladığı fesleğenleri,

Köy çiçeklerinin hepsini, hepsini,

Avluların pembe entarili hatmisini,

Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın.

Aman Isparta güllerini de unutmayın

Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum.

Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.



Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum.

Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,

Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden,

Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,

Ne güller fışkırır çilelerimden,

Kandır, hayattır, emektir, benim güllerim,

Korkmadım, korkmuyorum ölümden,

Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.



Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

Baharda Polatlı kırlarında açan,

Güz geldi mi Kopdağına göçen,

Yörükler yaylasında Toroslarda eğleşen.

Muş ovasından, Ağrı eteğinden,

Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden

Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni,

Eğin türkülerinin içine gömün beni.



Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

En güzellerini saymadım çiçeklerin,

Çocukları, öğrencilerimi istiyorum.

Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini,

Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,

O bakımsız, ama kokusu eşsiz çiçek.

Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek,

Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.



Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

Ben mezarsız yaşamayı diliyorum,

Ölmemek istiyorum, yaşamak istiyorum.

Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın,

Tarümar olmasın istiyorum, perişan olmasın,

Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım,

Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim,

Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.



Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

Okulun duvarı çöktü altında kaldım,

Ama ben dünya üstündeyim, toprakta,

Yaz kış bir şey söyleyen sonsuz toprakta,

Çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım,

Yurdumun çiçeklenmesi için daima, yaşadım,

Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.

Şimdi sustum, örtün beni, yatırın buraya,

Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.







İNCİTME

ABDURRAHİM KARAKOÇ







Gölgesinde otur amma

Yaprak senden incinmesin.

Temizlen de gir mezara

Toprak senden incinmesin.



Yollar uzun, yollar ince

Yol kısalır aşk gelince

Yat kurban ol İsmail’ce

Bıçak senden incinmesin.



Burdayım de ararlarsa

Doğru söyle sorarlarsa

Tabutuna sararlarsa

Bayrak senden incinmesin.



İl göçsün göçtüğün vakit

Yol yansın geçtiğin vakit

Suyundan içtiğin vakit

Irmak senden incinmesin.



Toz konmasın sakın sana

Hakkı geçer halkın sana

Gücenmesin yakın sana

Uzak senden incinmesin.

























EN İYİSİ OL

DOUGLAS MALLOCH







Dağ tepesinde bir çam olamazsan

Vadide bir çalı ol.

Fakat oradaki en iyi küçük çalı sen olmalısın.



Çalı olamazsan bir ot parçası ol bir yola neşe ver.

Bir misk çiçeği olmazsan bir saz ol.

Fakat gölün içindeki en canlı saz sen olmalısın.



Hepimiz kaptan olamayız tayfa olmaya mecburuz.

Dünyada hepimiz için bir şey var.

Yapılacak büyük işler küçük işler var.

Yapacağınız iş size en yakın olan iştir.



Cadde olamazsan patika ol.

Güneş olamazsan yıldız ol.

Kazanmak yahut kaybetmek ölçü ile değildir.

Sen her neysen onun en iyisi olmalısın.







































ANA ÖĞÜDÜ

TAHSİN SARAÇ



Çiçekleri ezme yavrum

Çiçekler bir yüreğe benzer

Çiçek ezen, insan ezer.



Sakın sen kuş vurma yavrum

En engin bir kardeşlikte

Uçar kuşlar gökyüzünde.



Tüfekle oynama yavrum

Şakacığı bile çirkin

Bir canlıyı öldürmenin.



Gel bir çiçek ol sen yavrum

Kendi ülkenin renginde

Şu yeryüzü demetinde.















































SELAM

ÜSTÜN DÖKMEN



Yola çıkınca her sabah,

Bulutlara selam ver.

Taşlara, kuşlara, atlara, otlara

İnsanlara selam ver.

Ne görürsen selam ver.

Sonra çıkarıp cebinden aynanı

Bir selam da kendine ver.

Hatırın kalmasın el gün yanında

Bu dünyada sen de varsın!

Üleştir dostluğunu varlığınla,

Bir kısmı seni de sarsın.

























































OLSAM

AYLA ÇINAROĞLU







Bir ağaç olsam,

en yüksek dalıma bir kuş konsa.

O kuş olsam,

uçsam, incecik mavi bir bulutla.

O bulut olsam,

yüksek, karlı bir dağa sarılıp dursam.

O yüksek karlı dağ olsam,

serin sular toplasam bir ırmakta.

O ırmak olsam,

bin bir çiçekli kırlara dağılsam.

Bir gelincik olsam,

Bir kelebek olsam,

Bir çocuk olsam o kelebeğin ardında,

koşsam, yorulsam,

bir ağaç altında yatıp uyusam.

O ağaç olsam,

en yüksek dalıma bir kuş konsa..







































OYUNCAKÇI AMCA

ABDÜLKADİR BULUT







Oyuncakçı amca,

Ne çok oyuncakların var;

Top, tank, tüfek, tabanca...

Gövdem titriyor,

Onlara bakınca!



N'olursun oyuncakçı amca,

Bundan böyle bizlere,

Oyuncak tüfekler yerine,

Ak yelkenli bir gemi,

Bir de süslü bebekler getir,

Unutma e mi?



Sonra oyuncakçı amca,

Senden aldığım tüfekleri,

Bozarak onlardan kuş yaptım,

Bana kızmazsın değil mi?







































BU VATAN KİMİN?

ORHAN ŞAİK GÖKYAY







Bu vatan, toprağın kara bağrında

Sıradağlar gibi duranlarındır;

Bir tarih boyunca, onun uğrunda

Kendini tarihe verenlerindir...



Tutuşup: kül olan ocaklarından,

Şahlanıp: köpüren ırmaklarından,

Hudutlarda gaza bayraklarından,

Alnına ışıklar vuranlarındır...



Ardına bakmadan yollara düşen,

Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan,

Huduttan hududa yol bulup koşan,

Cepheden cepheyi soranlarındır...



İleri atılıp sellercesine,

Göğsünden vurulup tam ercesine,

Bir gül bahçesine girercesine,

Şu kara toprağa girenlerindir...



Tarihin dilinden düşmez bu destan:

Nehirler gazidir, dağlar kahraman,

Her taşı bir yakut olan bu vatan,

Can verme sırrına erenlerindir...



Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil,

Bu sevgi bir kuru ifade değil,

Sencileyin hasmı rüyada değil,

Topun namlısında görenlerindir...















ANNEME VERDİĞİM SÖZ

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA



Be güzel olacağım

Taşıyacağım hep

Akan suların güzelliğini



Ben iyi olacağım

Ellerim açılacak gece gündüz

Bir bitki iyiliğinde



Ben doğru olacağım

Gökten düşen taş gibi

Doğru























































BAYRAK

ARİF NİHAT ASYA



Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,

Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,

Işık ışık, dalga dalga bayrağım!

Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.



Sana benim gözümle bakmayanın

Mezarını kazacağım.

Seni selâmlamadan uçan kuşun

Yuvasını bozacağım.



Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...

Gölgende bana da, bana da yer ver.

Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar:

Yurda ay yıldızının ışığı yeter.



Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün

Kızıllığında ısındık;

Dağlardan çöllere düştüğümüz gün

Gölgene sığındık.



Ey şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı;

Barışın güvercini, savaşın kartalı

Yüksek yerlerde açan çiçeğim.

Senin altında doğdum.

Senin altında öleceğim.



Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:

Yer yüzünde yer beğen!

Nereye dikilmek istersen,

Söyle, seni oraya dikeyim!
















YAZILILARA HAZIRLIK    SANAL HAYVANAT BAHÇESİ   TARİHİMİZ DİLBİLGİSİ OKULUMUZ ÇEŞİTLİ KAYNAKLAR TAVSİYE KİTAPLAR TAVSİYE SİTELER EBA VİTAMİ...